Cape Town'dan mektup var!
Dünyanın diğer yarısında devam eden yazın peşine düşerek, kendi karanlık mevsimlerimden kurtulma girişimi veya tarihin de kanıtladığı mühim bir konu.
Merhaba,
Size bu satırları Cape Town’dan yazıyorum. Oldukça uzun bir zamandır haberleşemedik. Bu benim iki buçuk yıla yakın süredir ilk uzun mesafe seyahatim. Bu mektuplar aracılığıyla size yazmayı özledim.
Geçen zaman zarfında Türkiye’de kalıp, birkaç yeni projeye ve eğitime başladım. Bunların bazıları sonuç verdi. Becerilerime bir yenisini daha ekledim ve mesleğimi değiştirdim. Bazıları ise hüsranla sonuçlandı. Büyük heveslerle başladığım bazı işlere veda etmem gerekti.
Veda ettiklerim sadece iş güç değildi. Görüşmediğimiz sürede, görüşemememizin de nedeni olarak, çok zorlayıcı başka vedalar yaşadım. Belki de bu yüzden kendimi öbür yarım küreye, bambaşka bir mevsime ışınlamak istedim. Cemil Meriç’in “Gitmek kaderin hatalarını düzeltmektir” diye bir sözü var. Bu amaçla söylenmediğini tahmin ediyorum ama seyahate gidiyor olmanın bende benzer bir etkisi oluyor. Bu defa da öyle oldu.
Cape Town’da yaz sonundayız. Burası Güney Afrika Cumhuriyeti’nin üç başkentinden biri. Afrika kıtasının en ucu. Başımın üzerinde kavurucu Afrika güneşi, karşımda alabildiğine okyanus var. Sokaklarında tanımadığım kuşlar ötüyor, dağlarında bilmediğim çiçekler açmış. Her yer palmiye dolu…
Güney Afrika’yı lise yıllarından bu yana merak ediyorum. Biz lisedeyken İngilizce dersinde Cry Freedom adında bir kitap okumuştuk. Bir yandan yabancı bir dili öğrenmeye çalışırken, diğer yandan bu ülkenin özgürlük ve adalete kavuşma mücadelesi, savunma hattının kahramanlarından Steve Biko’nun hikâyesi içime işlemişti. Eğer bir gün buralara yolunuz düşerse, bu coğrafyanın kendi tarihinin etkileyiciliği kadar dünya tarihinde de önemli bir yere sahip olduğunu bilerek gelmelisiniz. Çünkü buralar aynı zamanda Ümit Burnu’na ev sahipliği yapan, Doğu’nun zenginliklerine ulaşabilmek için fırtınaları aşarak gemilerini Hint Okyanusu’na döndürebilmiş cesur denizcilerin (yani kâşiflerin) tarihin akışını değiştirdiği topraklar.
Bugün buralara gelip, dünya gözüyle bu toprakları ziyaret edebiliyorsunuz. Cape Town’dan, dağların denize paralel uzandığı etkileyici bir sahil hattı boyunca birkaç saat gittikten sonra bir noktada kara parçası son buluyor. Karanın bittiği yerden, deniz hizasından yukarı yaklaşık 500 metre tırmanışla, tepede kocaman bir deniz fenerine ulaşıyorsunuz. İşte, rüzgârında ayakta durmanın bile mümkün olmadığı bu tepeden Sıkıntılar Burnu’nu görüyorsunuz. Evet, Sıkıntılar Burnu. Anlatılana göre Ümit Burnu’nun kaşifi Portekizli denizci Bartolomeu Dias, buraya kadar gelip gemilerini şiddetli fırtınalardan dolayı ilerletemeyince buraya Sıkıntılar Burnu diyor. Ancak bu ismin diğer denizcilerin cesaretini kıracağı düşüncesiyle, Fırtınalar Burnu olarak değiştirildiği söyleniyor. Vasco da Gama kıtanın ucunu dönüp Hindistan’a ulaşmayı başarana kadar pek çok denizci Dias’ın izinden giderek, onun demir atmak zorunda kaldığı denizleri geçmeye çalışıyor. Dönemin Kralı John II, sırf bu arayışın kendisinin ve olası sonuçlarının vadettiği büyük umutlar sebebiyle buranın adının Ümit Burnu olarak değiştirilmesini emrediyor.
Tarihin de kanıtladığı üzere, ümitten önce fırtına var. Emeğimizi ve hayallerimizi koyduğumuz tüm başlangıçların arka planında sıkıntılar, arayışlar, bulamayışlar, hüsranlar ve sonunda vedalar var. Belki bunların hepsi yeni başlangıçlara gebe. Olduğu yere saplanıp kalmak yerine başka manzaraların peşine düşenler ve yola çıkma cesareti gösterenler için ufukta yeni kıtalar, zenginlikler var. Mühim olan bizi yıkacak kadar güçlü esen rüzgârlara karşı bir süre daha direnebilmek ve bize destek olmak için arkamızdan gelenler olacağına güven duymak.
Kendimi en darda hissettiğim anda aklıma Cape Town’ın düşmesi belki de bundan. Belki Cape Town’dan size sıradan bir Cuma günü ulaşan bu mektup da bundan. Sizi, beni kendi karanlık mevsimlerimizden çekip çıkarmak ve başka yerlerde başka mevsimlerin ve ufukların varlığını hatırlatmak için.
Bir sonraki mektuba kadar, ümitle…
Özge Karakaya
Cape Town için öneriler:
Müzeler: Bana göre bir şehri tanımanın en güzel yollarından biri müzelerini görmek. Müzelerin konusu, mimarisi, sayısı, hangi mahallelerde yer aldığı oranın belleğiyle ilgili çok şey anlatır. Cape Town’da ilk durak District Six Muesum. Burada apartheid dönemine dair tarihi bilgilerle birlikte, dönemin gündelik yaşamına dair enstalasyonlar ve hatta şanslıysanız, o dönemi yaşamış rehberler bulacaksınız. Ayrıca, Table Mountain’ın arka tarafında Güney Afrika’nın ekolojik çeşitliğini hazine gibi koruyarak sunan Kirstenbosch Ulusal Botanik Bahçesi var. Burası ise bu coğrafyayı tanımaya başlamak için müthiş bir başlangıç. Mevsim uygunsa, akşamları açık hava sineması da oluyor.
Kitapçılar: Mektupta sözü geçen Cry Freedom’ı sorabilmek için The Book Lounge’a gittim. Burası günümüz kitaplarının yoğunluklu olarak satıldığı bir yer, haftasonları kitap takası etkinlikleri de oluyor. Öte yandan aradığım kitabın artık baskısı olmadığı için beni Long Street’teki Clarke’s Bookshop’a yönlendirdiler. Burası gerçek bir ikinci el kitap cenneti! Ayrıca eski el yazmaları, haritalar, kartpostallar, bağımsız yazar ve şairlerin derleme eserleri de satılıyor. Tavsiye edeceğim son kitapçı ise hafta sonları Old Biscuit Mill’de kurulan pazarın içindeki kitap standı. Gördüğüm en güzel eski basım seyahat, tasarım ve botanik kitaplarına burada rastladım. Cry Freedom’ı bulamadım ama Cape Town’dan dönerken iki kitap kaptım. Biri ilk basılı Victor Papanek kitabım, diğeri ise Afrika kabile dillerinde genç şairlerin yazdığı aşk, yurt özlemi ve yas şiirlerinden bir derleme.
Kahve ve çikolata: Kakao ağacının üretiminden çikolatanın paketlemesine kadar tüm süreçleri üstlenen Honest Chocolate gerçek bir Güney Afrika markası. Dükkânın ambiyansı günü burada geçirmeye değer kılıyor. İçeride, Afrikalı sanatçıların illüstrasyonlarından bir sergi de var, ki aynı eserler çikolata paketlerinin üzerine de basılmış. Truth Coffee Roasting ise sunduğu çekirdek, demleme ve mixleriyle tam bir kahve laboratuvarı. Afrika’nın envai çeşit kahvesini burada deneyebilirsiniz, çeşitli kahveleri bir araya getirdikleri karışımlar da mevcut.
Yeme-içme: Bu konu pek kalemim olmasa da Afrika kıtasının farklı ülkelerinin mutfaklarından set menü sunan Gold Restaurant, tüm turistikliğine rağmen iyi bir deneyim sundu. Tabaklar meze olarak ortaya geliyor, bittikçe doluyor. Canlı müzik ve mekânın atmosferi ödenen yüksek fiyatı biraz daha anlamlı kılıyor. Esas heyecanım ise şehrin pazar yerleri! Siz de halka karışıp, stand sahipleriyle sohbet ederek yemeyi, içmeyi, alışveriş yapmayı sevenlerdenseniz önerim Waterpoint’te hafta sonları kurulan Oranjhezit Farmer’s Market. Öğlen 14.00’te kapandığı için erken gitmekte fayda var.
Şarap: Dünyanın en büyük 7. şarap üreticisi Güney Afrika’da 600’ü aşkın wine estate var. Şarabın üzümünden şişelemesine kadar olan tüm süreçle ilgilenen yerlere wine estate deniyor. Cape Town’a yakın üç şarap bölgesini kapsayarak katıldığımız günübirlik turda 15’e yakın farklı şarap denedik. Biliyorsunuz ki dünyadaki tüm şaraplar, sevdiğiniz şaraplar ve sevmediğiniz şaraplar olmak üzere ikiye ayrılır ve bunun denemeden anlayabileceğiniz bir yolu yok. Buralara özgü bir şeyler deneyeyim derseniz, “pinotage”, yani pinot noir ve hermitage üzümlerinin karışımı, Güney Afrika’nın imza üzümü. Görüp beğendiğim wine estateler ise Simonsig ve Rhebokskloof.
Ne yapılır? Gün batımında Waterfront’tan ayrılan cruise’lara binmek ve mevsimiyse balina görme ihtimalinizi artırmak en güzeli. Şehrin neredeyse yarısı gibi Signal Hill’de gün batımı izlemek de çok ama çok güzel. Buralara kadar gelmişken olmazsa olmaz diğer şeyler ise Cape of Good Hope’u görüp, Afrika penguenlerine selam vermek. Gözünüz yükseklerdeyse, Table Mountain ve/veya Lion’s Head’e tırmanarak, bu coğrafyanın sunduğu yaşam çeşitliliğine hayran kalmak. Bir de rengârenk evleriyle, eski Müslüman yerleşimi olan Bokaap Mahallesi günün her saati gözleriniz için bir festival.
Afrika’nın örme boncuğu meşhur. Her ülkenin kendine göre model ve desenleri var. Boncuk sadece takı-toka değil, dekorasyon amacıyla da kullanılıyor. Yolda yürürken pek çok stand görecek, pazar yerlerinde satıcıların yüksek fiyatlarına maruz kalacaksınız. Eğer kadınların ekonomik güçlenmesini destekleyen, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş üzerinden şahane örme boncuk tasarımlarına sahip olmak isterseniz Monkeybiz Cape Town’ı tavsiye ederim.
Burada anlatamadığım pek çok hikâyeyi, öneriyi, deneyimi fotoğraflarıyla birlikte Instagram hesabımda (@baskabiryerdeyim) anlattım. Kendinize bir rota çıkarmak niyetindeyseniz, öne çıkan hikâyelerdeki anlatımı takip edebilirsiniz. Gelmişken bana da selam vermeyi unutmayın. 💛