Merhaba,
Mektup arkadaşlığımıza dahil olanlar neredeyse 100 kişiye ulaşmış. Bunu görünce çok sevindim ve paylaşmaya devam etmek için içimde daha çok güç buldum. Var olun!

(Görsel: www.instagram.com/worry__lines)
Bu mektubu size İstanbul’dan yazıyorum. En son görüşmemizden bu yana şehir değiştirdim ve yaş aldım. Yani, büyüdüm. Ve nicelik olarak büyümek üzerine çokça düşündüm.
Şu salgın döneminde bile büyüme kavramının gündemin ne kadar odağında olduğunu fark etmiş miydiniz? Ölümcül bir virüsün sağlığımıza etkisi kadar, ekonomik büyümeyi/küçülmeyi konuştuk. Zaten hayat eski normaldeyken de neredeyse her güne ekonomi haberleriyle uyanıyorduk. Patronlarımızın veya bizzat kendimizin koyduğu “büyüme” hedeflerine göre kariyerlerimizi şekillendiriyor, yaşam standartlarımızın ayarlarıyla oynuyor, ideallerimizi, beklentilerimizi, hayallerimizi gözden geçiriyorduk. Ticarete dayalı toplumlarımızda kabul gören gören hayat tarzı, her geçen gün maddi ve manevi olarak daha çok zenginleşmemiz gerektiğini içimize işlemiş. Hayalini kurduğumuz evi almaya ya da yeni bir iş kurmaya yetecek birikime adım adım ulaşmamız, her yıl muhakkak bir yerlerde tatil yapmamız gerektiğini; yoga öğrenmeye kesinlikle ihtiyacımız olduğunu; ukulele çalmayı, turşu kurmayı, bitki bakmayı hobilerimiz arasına dahil etmemiz gerektiğini düşünüyor, modern yaşamın sunduğu şeyleri çok da geç olmadan kendimize katmayı büyük heyecanlarımız olarak nitelendiriyoruz. Bunlarla birlikte mümkünse çevremiz de genişlesin. Daha çok arkadaşımız olsun, network yapalım, evlenelim, çoluk çocuğa karışalım…
Sizi bilmem ama ben bu kalabalıklaşma tuzağına kolay düşenlerdenim. 30 yaş dolaylarında da bu özelliğimi fark ettim. Bir insanın kendisiyle karşılaşması ne kadar kolay olabilirse o kadar kolay oldu bunu fark etmek, kabul etmek ve bu farkındalıkla bir şeyler yapmaya başlamak. Beni ihtiyacım olandan daha fazlasına sürükleyenleri keşfetmekle işe başladım. “Bunların hangisi artık bana ve dünyaya yaramıyor?” diye düşünerek, giymediğim kıyafetlerimi ayıklar gibi alışkanlıklarımı gözden geçirdim. Hem daha az hem daha iyi bir yaşam için neyi geride bırakmam gerektiğini, benim için neyin daha sürdürülebilir olacağını araştırdım. Nihayetinde de sorunu satın alma alışkanlığımda bulup, bir yıl boyunca gerçekten ihtiyacım olmayan hiçbir şeyi almamaya niyet ettim.
2020’ye girerken, kendi çapımda aldığım bu “büyümeme” kararının üzerinden neredeyse 7 ay geçti. Bu süre içinde satın aldığım yegâne şeyler, salgın döneminde evden bu kadar uzakta kalacağımı öngöremediğim için almak zorunda kaldıklarım (ve doğum günü elbisem) oldu. Yılın ilk birkaç ayı içinde kredi kartı borçlarımı kapatmayı başardım. Eşyalarım, kıyafetlerim farklı kombinasyonlarla yenilik hissi vermeye başladı. Dışarı çıkınca satın almak istediğim pek çok şeyi evdeki malzemelerle nasıl yapabileceğimi düşünür oldum. Derken salgın bizi eve hapsetti. Vapur, taksi, metrobüs vs. kullanarak ofise ulaşmak için ayırdığım para cebimde kaldı. Para verip aldığım pilates derslerini evde kendi kendime, internetten bulduğum eğitmenlerle yapmaya başladım. Mutfakla haşır neşir oldukça, dışarıda yemeyi sevdiğim yemeklerin, çeşit çeşit mezelerin, kahvaltıların bir o kadar iyisi elimden gelir oldu.
Yani ben büyüdüm ama maddiyatım büyümedi. Onun yerine, evim ve yaşantım genişledi. Karantina sırasında bir arkadaşımın Instagram’ında gördüğüm tabirle, “bir bitkinin sabit durduğu halde sürekli bir hareketle kök salması gibi” halihazırda sahip olduklarımla güçlü ve hareket halinde hissediyorum.
Elbette, bu söylediklerimle yoksul olmayı, kendimi belirli bir maddi seviyeye mahkum etmeyi ya da kalabalıklaşmayayım diye yeni insanlarla tanışmadığım, yapayalnız kalmayı tercih ettiğim bir yaşamı kast etmiyorum. Yeni yaşımda, daha az şeyle de iyi bir hayat sürebileceğimi keşfetmiş olmanın hazzını paylaşmk istedim. Bu, gerçekten hediye gibi bir keşif. Küçülmeye, büyümemeye dair düşüncelerinizi ve/ya farklı deneyimleriniz varsa onları da yorumlarda duymayı çok isterim.
Bir sonraki mektuba kadar, İstanbul’dan sevgilerle,
Özge
Bu aralar ilham aldıklarım:
“Küçülme” kitabını aldım ama henüz okumadım. Yine de şimdiden tavsiye etmeye değer görüyorum.
“Jane” filmini hala izlemediyseniz, Gombe Projesi’nin 60. yılı hatrına lütfen izleyin. İnsanlık tarihine büyük katkıları olan Jane Goodall hakkında öğrendiğim her şey beni ilhamla dolduruyor. (Kendisinin cesaretini büyük oranda, üniversite eğitimi almamış olmasına bağladığını biliyor muydunuz?)
New York Times ne yapsa beğenecek kadar kuruma karşı objektifliğimi kaybettim ama şu projeleriyle çıtayı herkes için bir kere daha yukarı çektiklerini düşünüyorum. Çağdaş yazarların salgından ilham alarak hazırladıkları hikâyelerle, karşınızda “The Decameron Project”.
Bu hafta sokakta birileriyle konuşurken gülümsediğimi göstermek için tam dört defa gayriihtiyari bir şekilde maskemi indirdim... Gülümsemek sizin için de en önemli iletişim yöntemlerinden biriyse, Stanford Üniversitesi akademisyenleri maskeli bir dünyada gülümsemenin psikolojisini bizler için yazmış.
Karantina döneminde, yürürken kahve içmenin modern yaşamlarımızın en beklenmedik özlemi haline dönüşmesi üzerine güldürürken düşündüren bir makale: “In Praise of the Walking Coffee”.
Mektup arkadaşlığımıza dahil etmek istediğiniz birileri varsa aşağıdaki butondan paylaşabilirsiniz. 💛
Benim kucuk kizim 🌸
SEN büyüdün evet. Kaynağını kendinden alarak, aydınlanarak büyüdün. Şimdi de etrafını aydınlatıyorsun. Gurur duyuyorum seninle (öpücük)!