2020'den son mektup
Merhaba,
Size bu mektubu İstanbul’dan yazıyorum. Son görüşmemizden bu yana zaman çok hızlı geçti. Gelişinden ve gidişinden pek bir şey anlamadığım yazın son demlerinin tadını çıkarmak için Antalya’ya gidip geldim. Memleketim sonbaharda daha güzel. Vakit geçsin diye uzun yürüyüşler yaptığım sahillerden turistler azalmış, şezlonglar bir kenara atılmış, cankurtaranların canı sıkılıyordu. Bu yıl hangimizin canı sıkılmadı ki?
2020’de canı sıkıldığı için mutfaktaki her şeyi fermente eden bir insan tanıyorum. Bir diğer tanıdığım, çok amaçlı boyalarla evde eline geçen tüm eşyaları boyadı. Kendini oyalamak için çok yiyenler, çok pişirenler, yeni bir hobiye başlayanlar ya da tek bir konuyla sınırlı kalamayıp bir sürü hobiyi birden edinenler oldu. Eminim benzer hikâyeleri siz de çok duydunuz. Ben karantinadayken, hayatımda ilk defa aynı anda birkaç kitap birden okuma ihtiyacı duydum. Erkek arkadaşımla birlikte 50’yi aşkın film izlemişizdir.
Bu kadar sıkılmamıza neden olan şeylerden biri elbette zaman bolluğu. Dahası, eğlence anlayışımızı dış kaynaklar üzerine öyle bir kurmuşuz ki, doyum elde edebilmek için halihazırda bizde olanla ne yapılır, vakit nasıl geçer bilemiyoruz.
Bu konu üzerine, çocukluğumdan bir anı hatırladım. Babamın köydeki akrabalarını ziyarete gittiğimiz yaz aylarında, konuk olduğumuz yörük evlerinin bir rutini olurdu. Sabahları gün doğmadan kalkılır, hayvanlar güdülür, tarlaya, bahçeye inilir, işler yapılır, yemekler hazırlanır, sofra kurulur, kaldırılır, çay demlendirdi. Güneş indikten sonraki en geç bir iki saat içinde gün biter, herkes köşesine çekilmiş çayını yudumlarken, kimsenin konuşmadığı uzun sessizlikler yaşanır, sonra da yatılırdı.
Bu yıl pek çok evin rutini, evin içinde kalmak koşuluyla buna benzedi. Öte yandan, korku değil, kaygı değil, mutsuzluk değil ama sıkılmak, belki de insanlığın en çok paylaştığı duygu oldu. Can sıkıntısından, can sıkıntısı konusunu biraz araştırmaya başladım. :) İnternette bulduklarım ise sıkıntıma çare olacak kadar keyiflendirdi beni.
Öncelikle, şu New Yorker makalesinde okuduğum kadarıyla, önde gelen can sıkıntısı kuramcılarından biri olan Heidegger sıkılmayı üçe ayırıyor: diyelim, bir tren beklemenin dünyevi can sıkıntısı, modernite veya herhangi bir deneyim sebebiyle değil, insanlık durumunun kendisini oluşturan derin rahatsızlık ve bize tamamen tanıdık gelen ama isimlendirilemez bir şeyin tarif edilemez açığı.
Sonra sıkılmak, giderek büyüyen bir çalışma alanı. Hatta laboratuvarına bile rastladım. York Üniversitesi bünyesinde yer alan The Boredom Lab, sıkılmak üzerine düşünen ve araştıran kimseleri bir araya getiriyor. Bir araştırmaları çok ilginç. Sıkılma eğilimi olan insanların çevrelerine karşı daha meraklı ve yaratıcı olup olmadıklarını incelediklerinde şunu görmüşler: Genel kişilik özellikleri kontrol edildiğinde, can sıkıntısı eğilimi yaratıcılığı öngörmüyor, ancak insanların yeni deneyimler aramaya ve anlamadıkları şeylere cevaplar bulmaya yönelik motivasyonunu olumlu bir şekilde etkileyebiliyor. Harika değil mi!
2020’de Google’da en çok aratılan şey “Neden?” imiş. “Neden covid-19 deniyor?” “Empati neden önemli?” “Mars neden kırmızı?” Demek ki ölesiye sıkıldığımız bu yılda düşünmüş, aramış, bulmuşuz. Etrafımıza ya da içimizde olan bitene dikkat kesilmişiz. Bu da bizi eninde sonunda yeni sorulara, arayışlara ve cevaplara götürmüştür umarım.
Şu anda bu satırları Kadıköy Yeldeğirmeni’nde bir avluya bakarak yazıyorum. Birazdan, değişiklik olsun diye aldığım siyah pirinçle yeni bir şeyler pişirmeyi deneyeceğim. 2021’de bu kadar sıkılır mıyız bilinmez. Ama ben 2020’de geliştirdiğim, sıkılmamak için yeni uğraşılar bulma motivasyonumu özleyeceğim. Sıkıntısını birbirinden yaratıcı fikirlere dönüştüren yakınlarımın hikâyelerini de...
Henüz duymadığım hikâyeleri de yorumlara beklerim!
Bu aralar ilham aldıklarım:
Evde kalarak dünyayı keşfetmeye nasıl devam edebilirim diye düşünürken, uzun süredir bende olan bir kitabı yeniden hatırladım ve okumaya başladım: How to Be An Explorer of The World. Kitabı edinemiyorsanız, buradaki detaylı incelemesi bile macera ve heyecan duygusunu tazelemeye yeter.
National Geographic Türkiye, kasım ayında “Viral Dünya” başlıklı bir özel sayı yayımlayarak pandeminin hayatımızı nasıl değiştirdiğini inceledi. Her biri birbirinden nitelikli yazıları ve saha raporlarını barındıran, muhteşem veri görselleştirmeleriyle bu yaşadıklarımızı boşa harcamamak için yapılması gerekenleri anlatan sayıyı edinmek tarih itibarıyla zor olabilir, ama bu link üzerinden bazı içeriklere erişebilirsiniz.
Bir Medium hesabı açıp heybemde birikenleri yazmaya başladım. Orası biraz daha profesyonel tecrübeleri barındıracak ama ilgilenirseniz beklerim.
Bu tweete çok güldüm ve ait olduğum kabileyi buldum. Siz hangisisiniz?
Can sıkıntısı üzerine okumaya doyamadıysanız, bir de bu var.
Not: Gidişata bakılırsa size bu kış da aynı yerlerden mektup atacağım. Mektupları beğeniyorsanız sevdiklerinizle de paylaşın, abone olsunlar. Böylece mektup arkadaşlığımıza dahil olanları birlikte çoğaltabiliriz.
Bir sonraki mektuba kadar sevgiyle,
Özge.
İstanbul, Aralık 2020.